Dijital medya çıktı mertlik bozuldu üstadım. Şimdilerde markalaşmak için aşağıdaki 10 adım yeterli zannediliyor. Aslında aşağıdaki online medya pazarlama araçları, olmayan bir değeri yaratmak için değil; olan bir değeri geniş kitlelere duyurmak içindir. İşte bu kısım göz ardı ediliyor. Marka olmak için yeterli olduğu sanılan 10 adımı inceleyelim.
- Web sitesi açmak
- Web sitesine SEO yapıp inbound pazarlama yapmak
- Sosyal medya sayfa/grupları oluşturup web sitesi ile entegre etmek
- Facebook sayfasında gönderi paylaşıp ücretli “gönderiyi öne çıkar” butonu ile hedef kitlede göz aşinalığı oluşturmak. Diğer sosyal medya hesaplarında benzer sponsorlu hamleler yapmak
- Google Adwords’ün gücünden yararlanmak ve remarketing yapmak.
- Mikro blog oluşturup yine arama motorlarının gücüyle sık sık insanların karşısına çıkmak
- Youtube kanalı oluşturup bilgilendirici veya eğlendirici içerikler paylaşmak
- Video içerik fenomenleri (Youtuber, Vine fenomeni, Instagram fenomeni vs) ile anlaşıp marka isminin veya ürünün bilinirliğini artırmak.
- Yukarıdaki maddelerden bazılarını veya tamamını kullanarak viral reklam yapmak
- Çeşitli bloglara sponsor olup marka veya ürünlerimizden bahsetmelerini sağlamak
Yukarıdaki 10 madde offline medya araçlarına göre çok daha ekonomik ve güzel dönüşümler sağlayan online medya pazarlama yöntemleridir. Belki de basılı medya, billboard reklam vb offline medya araçlarını kullanmak zorunda kalmadan sadece yukarıdaki 10 madde ile markalaşmanız dahi mümkün olabilir. Fakat! markanıza ait ürünler gerçekten kaliteliyse. Gerçekten kaliteli hizmet veriyorsanız… Aksi halde neden marka olamayacağınızı sabahlara kadar tartışabilirim.
Freelance metin yazarlığı yaptığım ve kataloglarından web sitelerine kadar tüm alanlarında imzamı taşıyan markalardan biri (ismini vermeyeceğim), beni heyecanlandıran bir projeye sahip olmalarına rağmen bir türlü istedikleri konuma gelemediler. Sıfırdan bir marka yaratıp, kendine özel konsepti ile bir anda piyasaya giren bu marka için yukarıdaki 10 adımın neredeyse tamamını uyguladık. Hatta yakın lokasyonda billboard reklamlar dahi yayınlandı. Yok yok yok… Olmuyor… Kötü diyemeyiz ama iyi de değil. İşler bir türlü hayal ettiğimiz gibi olmuyor. Büyüme planlarımız şimdilik askıda. Acaba nerede eksiklik yaptık diye düşünürken çok acı bir gerçeği fark ettim.
Pazara yeni nüfus etmeye çalışan bu marka öncelikle lokasyon olarak çok hareketsiz bir bölgeyi seçmişti. Dolayısıyla, ürünü gerçekten deneyim edinecek kişi sayısı az ve buna bağlı olarak yaygınlaşma süresi uzun olacaktır. İlk şubesini çok az insanın geçtiği noktada açan bu marka için sabahlara kadar da reklam yapsak gerçekten ürüne ulaşıp, dokunup, deneyim edebilen kişiler olmadıkça markalaşmamız hayalden daha fazlası değildi. Yani, hiçbir maliyeti olmayan ağızdan ağıza pazarlamanın gücünü kullanamıyorduk. Tavsiye üzerine hareket eden, referansın son derece önemli olduğu bir ülkede memnun edebileceğimiz milyonlarca müşteri varken ölü bir bölge seçerek yüzlere belki binlere hitap ediyoruz. Öyleyse, milyonlarca müşteriye dokunana kadar markalaşma yolculuğunda sabırla seyir etmemiz gerekecektir. Birinci hata olarak yanlış bölge seçimi diyelim.
Markalaşma Adına Daha Büyük Hatamız Yok mu? Bence Var!
Maalesef marka sahiplerinin yanlış bölge seçimi ile birlikte yanlış ürün stratejisi de vardı. Marka hakkında ipucu olmaması için (neticede danışmanlığını yaptığım markalar belli) paylaşmayacağım ama şöyle izah edeyim:
Markanın ana ürününde diğer markalara göre bir farklılık yoktu. Fakat ana ürünün yanında verilen ek ürünler tamamen markaya ait orjinal ürünlerdi. Yan ürünlerin markamıza has olması güzel bir avantaj fakat asıl önem verilmesi gereken ürün bence ana üründü. Ana üründe farklılığa gidilmedikçe markalaşmak ya imkansız ya da çok uzun bir yolculuk olacaktır.
Bu düşüncelerimi zaman zaman marka sahipleri ile paylaşıyorum ancak zamanı geri almak mümkün olmadığı için tekrar tekrar hatırlatarak moral bozmaktan öteye geçilmiyor. Eğer çözüm öneriniz yoksa veya çözüm önerileriniz uygulanmayacaksa problemleri hatırlatmanın da anlamı kalmıyor. Ben, her zamanki gibi çıkardığım dersleri sizlerle paylaşmaya devam edeyim. Neticede benim görevim o markayı en iyi şekilde ifade edecek metinler yazmak. Görevlerim arasında markanın karlılığını artırıp marka değerini yükseltmek, marka bilinirliğini artırmak yok. Şayet marka sahipleri yaptıkları işte çok uzun yılların deneyimine (tecrübesine) sahipler. Dolayısıyla akıl vermekten dahi çekiniyorum. Bence onlar da bu gerçeği artık kabul etmiş durumdalar.
SONUÇ OLARAK
- Markanıza ait ANA ÜRÜN gerçekten bir fark yaratmıyorsa, insanlara GERÇEKTEN önemli bir tercih sebebi sunmuyorsanız istediğiniz kadar reklam yapın, markalaşma adına pek anlam ifade etmeyecektir.
- Yanlış lokasyonda tezgah açarsanız istediğiniz kadar haykırın kimse sizi duymayacaktır. “Körler çarşısında ayna satma; sağırlar çarşısında gazel atma” Hz.Mevlana
- İnsan sirkülasyonunun az olduğu alanları tercih ederseniz markalaşma sürecinizi hesapladığınız süre ile 2’ye veya 3’e çarpabilirsiniz. Ne kadar çok müşteri deneyimi o kadar hızlı büyüme. Tabi ürün ve hizmetleriniz kaliteliyse
- Ağızdan ağıza reklam / Ağızdan ağıza pazarlama (womm) olmadan marka bilinirliği artırmak çok güçtür. Böyle bir durumda kazancınızdan çok daha fazla reklam bütçesine ihtiyacınız olacaktır.
UMUTSUZ DEĞİLİZ!
Tıpkı marka sahipleri gibi ben de markadan ümidimi kesmiş değilim. İyi şeylerin olacağını hissediyorum. Bu kadar ince eleyip sık dokuduktan sonra bir iki hata markayı yok edemez. Bu hatalar sadece markalaşma sürecini uzatacak, er ya da geç bu marka pazara nüfus edecektir. Bu süreçte yaşanan maddi manevi sıkıntılara ise katlanmak zor olsa gerek.
TAVSİYE
Her iş için uzmanından destek alın. Marka danışmanı, metin yazarı, reklam ajansı, sanat yönetmeni vs vs… “Benim yeğen bu işlerden anlıyor, şu işi biz de yaparız” dediğiniz anda kaybetmeye hazır olun. Sonra psikolojiniz bozulmasın…